31 Ekim 2012 Çarşamba

Büyük Kaptan


Fenerbahçe'nin tüm branşlarındaki sporcular arasında en sevdiğim 5 oyuncudan birisi. Kaptan gibi kaptan. Çok seviyoruz.

David Beckham da Sezonu Açtı


Los Angeles Galaxy'nin 2 yıldızı David Beckham ve Robbie Keane Los Angeles'ın basketbol takımı Lakers'ı ilk maçında Dallas karşısında yalnız bırakmamış. Beckham'ın tarzı ve karizması diye bir gerçek de var.



İngiltere Klasiği


Her sene böyle tüm dünyanın ilgisini çeken skorların çıkması bir İngiltere klasiği. Reading 4-0'dan Arsenal'e evinde kupa maçında 5-7 kaybetti. Unutulmaz, hem Reading, hem Arsenal taraftarları için 30 Ekim 2012 özel bir tarih olarak kalacak.



WTA Günlüğüm # 2012 - Yaşananlar, Atmosfer ...


























2011'den sonra 2012 Sezon sonu turnuvasını da yerinde takip etmenin heyecanını yaşıyorduk. Son zamanlarda tenise duyduğum sevgi, ilgi, merak inanılmaz boyutlara ulaştı. 23 Ekim ilk gün ve 28 Ekim final günü biletlerini 5 Ağustos tarihinde almıştım, aylar önce. Ya biletler biterse korkusu. 

Sezon ilerlemiş, ilk 8 yavaş yavaş belli olmaya başlayınca heyecanlar artmaya başladı, Serena Williams, Azerenka, Sharapova adının ilk 8 arasında olması bizi iyice sevindiriyordu.

23 Ekim günü Kocaeli'den sevdiğim arkadaşım Yücel yola düşüyorduk.

Kocaeli'den Sinan Erdem'e gitmenin en kolay yolu. Kocaeli'den Esenler, Esenler'den Metro, 10 dk sonra salondasın. En kolay ulaşım böyle. - biz harem, metrobüs yaptık bu sefer- Yeri değil belki ama Ülker Arena'ya da mutlaka Metro Turizm ile gidin, salona servisi var.

İlk gün Sharapova, Williams, Radwanska, Kerber, Kvitova ve Errani'yi izleme şansı bulduk. Geçen sezon görmediğim 4 tenisci. Bu bizi maçlara daha da konsantre etti. Finale de Serena ve Sharapova kalınca İstanbul'a gelen ancak geçen sezon izlediğimiz Azarenka ve Li Na'yı görme şansı elde edemedik.

Tenis izlemek zevkli, salonda izlemek daha zevkli, Wta değil de Atp olsa çok daha güzel olur tabii. Kadın tenisciler daha ağır oynadığı, servislerini çok yavaş kullandığı- topu alması, hareket etmesinden bahsediyorum- için zaman zaman maçlar sıkıcı bir hal alabiliyor. Özellikle 3.maçlar artık ''bitse de gitsek.'' diyenler oluyor. 

Seyircilerin müthiş sessizliği, salonun her maç doluluğu, her oyuncuya verilen müthiş destek, her puanın alkışlanması, seyircilerin çiftler maçında bile salonda olması çok güzel detaylardı.

Hakemler bile güzel. Nouni, Asderaki...

İlk gün atmosfer nasıl iyiyse, final günü 2 katı iyiydi. Tüm koltuklar doluydu. Atmosfer gerçekten çok iyiydi.

Serena Williams rahat şampiyon oldu, formda Serena'yı yenmek çok ama çok zor.

Sharapova güzel de Krilenko-çiftler şampiyonu- çok daha güzel. Tabii bence.

Final günü Bakanların, Belediye Başkanı'nın ıslıklanması abartılmasın. Tayyip Erdoğan'ın dediği ''Holigan terörist!'' olan binlerce insan orada o insanları yuhalıyorsa dönüp aynaya baksınlar. Ayrıca dünyaya rezil olduğumuz falan da yok. Dünya bu organizasyonun güzelliğini konuşuyor, ıslıklama olayını değil.

İlk günü 322, final günün 401 numaralı tribünde izledim, seneye ilk günü de final gününü de daha altlardan izleyeceğim. Son kez yapılıyor bari daha iyi yerden izleyelim. Gerçi üstten seyretmek daha güzel gibime geliyor ama alttan izlemeden anlayamayız bunu.

Özellikle final günü tüm salonun ayağa kalktığı bir kaç oyun oldu. Muazzamdı. Geçen sezon daha iyi mücadeleler görmüştük ama. Kendimin 5-6 sefer ayağa fırladığımı bilirim geçen sene.

Sonuç olarak geçen sezon 10 üzerinden 9 verdiğimiz turnuva'ya bu sezon 10 üzerinden 10 veriyoruz. Seneye de böyle devam etsin, ondan sonra ATP 1000, ATP sezon sonu turnuvası alalım, yolumuza bakalım...

WTA Günlüğüm # 2011 - Yaşananlar, Atmosfer

Alex İle Geçmiş Tarihler


Alex'in Fenerbahçe kariyerinde unutulmaz tarihlerden. Tam 1 sene önce, 31 Ekim 2011. Karabükspor maçı. Fenerbahçe sezona iyi başlamış, ilk 8 hafta, 5 galibiyet, 3 beraberlik almıştı. Rakip Kadıköy'de Karabükspor'du.

Mücadele Fenerbahçe'nin 1.dk penaltı itirazı ve 2.dk Shelton'ın kaçırdığı, daha doğrusu Volkan'ın kurtardığı top ile başlamıştı.

Ve bu konuyu yazma nedeni. 6.dk Danila Nikolic'in yaptığı faulün hemen 3 sn sonrası Alex'in dirseğinin rakibe gelmesi ve hakem Aytekin Durmaz'ın direkt oyundan atması.

Ortada Danile Nikolic'in yaptığı net faul vardı, hakem zaten faul kararını verdi, sonra müdahalesi devam eden Nikolic ve bu arada Alex'in istem dışı - bırak da gideyim yaa- tarzında dirseğini savurması ve rakibe gelmesi.

O gün Fenerbahçe formasıyla 3.ve son kırmızı kartını gören Alex-daha önce Belediye ve Schalke 04 maçlarında görmüştü. - oyundan henüz 6.dk çıkmış ancak buna rağmen Fenerbahçe müthiş mücadele, kaçan net pozisyonlar, iyi tribün atmosferi altında Henri Bienvenu'nün attığı golle 1-0 kazanmıştı. Maç sonrası tribünlerin hep bir ağızdan ''Fenerle kimse başa çıkamaz.'' tezahuratını söylemesi günü özetleyen anlardan biriydi.

Mücadele'den 2 gün sonra Fb Tv'de Alex'in söyledikleri de kırmızı kartın ne derece yanlış olduğunu gösteriyordu.

''O anda yaşadığım duygular şuan da geçmiş değil. İki gündür bu haksızlığa karşı neler yaptığımı bilemiyorum. Henüz kendime gelemedim. Hem beni hem takımı hem saha içindeki tüm arkadaşlarımı etkilemiş bir karar. Maçın hemen başında, haksız bir şekilde oyundan çıkarıldım. Arkadaşlarım benim yerime de koşmak zorunda kaldılar. Ben bu Karabükspor maçında arkadaşlarımı yalnız bıraktım. Sivasspor maçında da onları yalnız bırakacağım. Teorik olarak toplam 2 maç ceza almam gerekiyor. Ancak TFF’den umuyorum ki görüntülere bakıp bana verilen kartla ilgili doğru kararları alırlar ve takımdan uzak kalmama engel olurlar. Aldığım kırmızı karta dair şu an bile hala duygularımda hiçbir değişiklik yok, bunun bilinmesini istiyorum. Bizim 3 gün sonra bir maçımız daha var.  Aldığım kırmızı karta dair şu an bile hala duygularımda hiçbir değişiklik yok, bunun bilinmesini istiyorum. Bir düzeltme yapmak istiyorum. O kart anında belki de görebileceğiniz en sinirli kişi bendim. Ancak sorumluluklarım gereği kendimi tutmam gerekiyordu. İçimde yaşadıklarımı kontrol etmem gerekiyordu. Kartı gördükten sonra o kadar şaşkındım ki; rakip oyuncuya dönüp; ’ben sana bir şey yaptım mı?’ diye sordum. O da bana;  ’hayır’ dedi. Bugünlerde gazetelerde kendisinin söylediklerini de okuyorum. Zaten olanları açıkça anlatmış.'' 


Alex mücadelenin kalan bölümünü locada takip etmiş ve maç sonunda arkadaşlarını çılgınca alkışlamıştı.

30 Ekim 2012 Salı

Dirk Kuyt


Takımda en çok sevdiğim oyunculardan. Geldiği zaman müthiş mücadelesi, hırsı, attığı golleri ile beraber kendisine hayran olduğumuz Dirk Kuyt'ın bu durumda olmasına çok üzülüyoruz. Takımın iyi olmasını, Kuyt'ın iyi olmasını çok istiyoruz. İnşallah hem Kuyt, hem de takım iyi futbollarına bir an önce döner. Yoksa hem Fenerbahçe'yi, hem Kuyt'ı böyle izlemek hiç ama hiç hoşumuza gitmiyor.

Konser


''Yoruldum da yol üstüne oturdum, güzeller başıma toplansın diye, gittim padişahtan ferman getirdim, herkes sevdiğine kavuşsun diye.''

Zülfü Livaneli. Hayatımda en çok sevdiğim sanatçı olabilir. Ülkeyi seven, insanları seven, Atatürk'ü seven, müziği seven büyük sanatçı. Türkiye müzik tarihinin gelmiş geçmiş en büyük sanatçılarından. Her türlü saygıyı ve sevgiyi sonuna kadar hakediyor.

Şarkılarını ezbere bildiğim ender sanatçılardan birisi Zülfü Livaneli.

Cumhuriyet Bayramı nedeniyle Kocaeli'de-İzmit- konser verecekti, duyunca çok sevindim ancak aylar öncesinden wta finaline gideceğim belli olduğu için bu konseri kaçırma riskim yüksekti.

O gün WTA finaline gittim, saat 19:40 otobüsüyle İstanbul'dan yola çıktım, trafik falan derken saat 21:15'de İzmit'teydim. Konser alanına gittiğimde saat 21:40'dı. 

Zülfü Livaneli konserine hayatımda hiç gitmedim, ilk gittiğim konsere de geç gelmiştim. Bu da benim şanssızlığım. Sadece 6 şarkı dinledim ama bu 6 şarkı bile yetti. 

6 şarkı söyledi 6 şarkıya da eşlik ettim. Hepsinin sözlerini ezbere biliyordum.

Bir şafaktan bir şafağa, Özgürlük, Leylim Ley gibi 3 büyük şarkıyı söyledi, kapanışı da Bilmem şu feleğin bende nesi var ile yaptı, orada olduğum 30 dk boyunca hayatımın en güzel konser anını yaşadım. İstanbul'dan biraz daha erken gelsem harika olacaktı ama buna da şükür.

Teşekkürler Zülfü Livaneli. En kısa sürede senin bir konserine gelmek boynumun borcu.

29 Ekim 2012 Pazartesi

Dev Şişme Domuz

1.5 yıl aradan sonra ilk Superclasico'da River Plate- Boca Juinors karşı karşıya geldi ve mücadele 2-2 beraberlikle sonuçlandı. Tabii oynanan futbol, goller falan güzel ama daha güzel olan bir klasik haline gelen tribünler.

River tribünleri coşkulu, River tribünleri ateşli. Deplasman tribünü de Boca olunca haliyle o bölümde ateşli.

Ama bu sefer tribünlerin olayı River taraftarlarından geldi. Dev şişme domuzu Boca tribünlerine doğru uçurdular, adeta Boca taraftarlarına ''domuzlar'' dediler. O an tribünde olan Boca taraftarları eminim çıldırmşlardır.

Sonuç olarak River tribünleri bu hareketle adından söz ettirdi, rövanş maçında Boca tribünlerinin yapacaklarını şimdiden bekliyoruz.

Türkiye'de öyle bir şey yapsak ne güzel olur diyeceğim ama biz stada pankart bile zor sokuyoruz, bunları nasıl yapacağız.





28 Ekim 2012 Pazar

Final Four'a Çok Var


Öncelikle bu maçın teknik detay olarak daha güzel bir şekilde anlatıldığı bloglar var, onlara mutlaka bakın. salsabasket, markonunyeri bunlardan ikisi.

Mücadele öncesi Fenerbahçe için bu maçın bu sezon Avrupa'da nerede olacağını hem taraftarlarına hem de tüm Avrupa'ya göstereceği maç olduğunu söyledik. Bu maçı kazanmak önemliydi. Olmadı.

Mücadele başından beri daha iyi oynayan, daha çok isteyen, daha çok mücadele eden, daha şanslı, daha hazır, daha organize bir Real Madrid vardı. Hücumlarından zevk alıyordum. Savunmaları çok iyi değil belki ama hücumları gerçekten etkileyici. Ya da biz gerçekten kötü savunma yapıyoruz.

Khimki yenilgisi Real Madrid'i iyice motive etmiş. Bizi motive edecek etken neydi bilmiyorum, hoca belki daha iyi hazırlayabilirdi. Neyse daha ilk haftalardan hocaya da sallamayalım.

Fenerbahçe savunma yapmıyor, Fenerbahçe kolay basket yiyor, ben Final Four oynayan takımların pek bizim gibi sayı yediğini görmüyorum, her hafta bir çok maçı da izliyorum, görüyorum. Fenerbahçe yıllardır kolay basket yiyor, kolay da atamıyor.

Fenerbahçe hücum olarak pek etkili değil, ya da bana öyle geliyor, sanki hep karambol basketler atıyoruz gibime geliyor. Savunma yapmayınca, kolay sayı yiyoruz, savunma yapmayınca, iyi hücuma çıkamıyoruz, savunma yapmayınca kolay sayı şansı bulmuyoruz, savunma yapmayınca konsantre olamıyor, hücum ribaundlarını alamıyoruz... savunma işin başlangıcı.

Rudy Fernandez çok ama çok büyük oynadı, 21 sayı, 5 asist, 3 top çalma, 2 ribaund, 30 verimlilik puanı, maçın değil, Euroleague haftasının en iyi oyuncusu. 

Geçen sene Real Madrid'i izlerken Jaycee Carroll ne temiz üçlük atıyor diyorduk, bu sene ilk maç 6'da 3 ile 9 sayısı üçlüklerden. Maçı da 15 sayı ile tamamladı. 

Oyuncuların tamamı daha tam anlamıyla hazır değil. 

Ömer Onan hep takıma kazandıracak değil ya, bu maç da kaybettirdi. Tabii tek başına asamayız.

Aynı şekil hoca da hep doğru işleri yapmayacak, arada yanlış işleri de yapması normal.

Maç öncesi tüm tribünlerin alkış şovu şahaneydi, maç için tribün performansı kötüydü. Mesela fark 4'e iniyor, bütün tribünler ayakta, girilen tezahuratlar çok alakasız, keşke amigolar da maçı takip edebilse. Ona göre tezahuratlar başlatsa.

Haftaya Panathinaikos ile oynuyoruz. Çok önemli maç, mesaj maçından çıktı artık, mutlaka galibiyet lazım.

Final


Geçen sene finali yerinde izleyememiştim, bu sene biletleri Ağustos ayında aldım, yarın finale gidiyorum. Belki de bu sezonun en iyi finali olacak. Bir tarafta Serena Williams, bir tarafta Maria Sharapova. Final gibi final dedikleri bu olsa gerek. Detayları ilk gün ile beraber hafta içi bloga yazarım. Kim kazansın derseler, Serena Williams derim. 

27 Ekim 2012 Cumartesi

Maç Günlüğüm # 91 / Boston Celtics Maçı


Maçın tarihini bile unuttum neredeyse, 5 Ekim'di galiba, yendik, skoru hatırlamıyorum, yok ya 97-91 olması lazım, Nba takımını yendik, Boston'ı yendik.

Maç günlüğüm adında yazıyorum ama ne yazacağımı şu cümleyi yazarken cidden bilmiyorum. 20 gün geçti ve doğal olarak detayları unuttum.

Trafik nedeniyle salona neredeyse geç kalacağımızı ancak daha sonra ani bir karar değişikliği yaparak Harem'e gelmeden inmemiz, taksiyle salona geçmemiz sonucunda gayet maça 20-25 dk salona girdik.

Boston Celtics dansçıları...

Salon etrafında Boston formalı ve ürünlü insan sayısıının Fenerbahçe formalı ve ürünlü insan sayısından fazla olduğunu net şekilde söyleyebilirim. Maç Amerika'da oynansa yine bu kadar Boston formalı görürdük herhalde.

Salona gayet rahat şekilde girdikten sonra tribündeki yerimizi aldık. Tam bir Nba maçı havası vardı. Hiç Nba maçı izlemedim ama tv'den gördüklerimiz ve insanların bize anlattıkları ile beraber Nba maçlarının da bu atmosferle oynandığını sanıyoruz. İnşallah bir gün orada da bir maç izleme şansı buluruz. Boston Celtics-Fenerbahçe olabilir mesela. Bir de deplasmanda yenelim, avantajı alalım...

Salonda çalan müzikler, reklamlar falan derken Boston Celtics sahaya çıktı. Tarihimdeki en büyük basketbolculardan bir kaçını görüyorduk. Canlı gözlerle. Garnett, Pierce, Rondo... Zaten Boston Celtics onların dışında vasat bir takım olmuş. Yazar burada Boston'ı yerin dibine sokuyor, Nba konferans finallerine kalırlarsa şaşırmam. Gelenek.

Mücadele başladı, arada güzel smaçlar, paslar, oyunlar, savunmalar, bloklar izlesek de açıkcası sıkıldık. Çünkü gerçek anlamda mücadele eden pek kimse yoktu. Evet Boston Celtics ile oynuyorduk ve sıkıldık. Bunun nedeni oyuncuların pek maçı takmaması.

Hücumlarda çalan şarkılar, tempo tutan tribünler falan iyice Nba havasına girdik, molalarda Boston Celtics dansçıları ve maskotu ile maça tutunduk, o anlar olmasa iyice sıkıcı olabilirdi.

Boston Celtics kızları...

Biletlerini Ağustos ayında aldığımız, 5 Ekim'i iple çektiğimiz, sonucunda iyi ki gelmişiz dediğimiz bir organizasyon sona erdi.

Belki daha detaylar vardır ama şu an gerçekten unuttum.

Bu maç günlüğünün dersi ; Maç günlükleri maçtan en fazla 2 gün sonra yazılmalı.

26 Ekim 2012 Cuma

Haftasonu Kuponu # 2


Parası olan denesin, iddaa veya büro farketmez.

Edit : Sadece Fenerbahçe'den yattı. 

25 Ekim 2012 Perşembe

İyi Bayramlar


Herkese iyi bayramlar. Bayram klişelerinden biri de bir hayvanın üstüne iyi bayramlar yazısı şeklinde fotoğraf. O klişeyi bir kez daha uygulamış olalım.

24 Ekim 2012 Çarşamba

Kocaelispor 3 Yimpaş Yozgatspor 0


Kocaelispor geçen hafta olduğu gibi yine kazandı, Kocaelispor uzun bir aradan sonra 2 maç üst üste galibiyet aldı. En son 2010/2011 sezonu son hafta maçında Sakaryaspor'u 2-0 ve 2.yarının ilk maçında Şanlıurfaspor'u 2-1 yenerek 2 maçlık bir seri elde etmişti.

Kocaelispor bugün 19 yaş ortalaması ile 22 yaş ortalaması ile oynayan Yimpaş Yozgatspor'u yendi.

Yozgatspor mücadelenin 24.dakikası 10 kişi kaldı.

Kocaelispor'un gollerini Emre Akgün, Sefa Narin ve Aykut Öngel attı. Emre ve Sefa 18.yaşında, Aykut ise 19 yaşında. 

Mücadele'yi statta izleyen tanıdıklar Kocaelispor'un özellikle 1-0'dan sonra muazzam şekilde paslaştığını söyledi. Tribünde yer alan taraftarların tamamı takımı çok beğenmiş, mücadele eden, yardımlaşan, iyi oynayan bir Kocaelispor vardı diyorlar. Özellikle kaleci Muhammed Rıza Altıntaş'ı öve öve bitiremediler.  Galatasaray'lı meşhur Yusuf'un diğer oğlu olmasın bu? Onu da bir ara öğreniriz.

Lige -3 puanla başlayan Kocaelispor 8 puanla 12, Yimpaş Yozgatspor 11 puanla 9.sırada.

Kocaelispor ile Yimpaş Yozgatspor en son 2005/2006 sezonunda karşılaşmış iki takımda evinde oynadıkları maçları 2-0 almıştı.

Süper Ligde ise en son 2001/2002 sezonunda karşılaşmış, Kocaeli'de oynanan maçı Kocaelispor Ayew, Cihan ve Cenker'in ki golüyle 4-3 kazanırken, Yozgat'ın sahasında oynanan maçı 4-0 kaybetmişti. O sezon Yozgatspor düşerken, Kocaelispor 11.sırada tamamladı.

Kocaelispor için önümüzdeki günler daha güzel geçebilir, bundan sonra 4 hafta altındaki takımlar ile oynayacak, alacağı sonuçları merakla bekliyoruz. İlk maç Pazar günü Arsinspor ile. İsmetpaşa'da.

Zirve


Barcelona'nın Celtic maçında yaptığı pas sayısı 998. Bu 998 pasın 912 tanesi isabetli. Barcelona'nın Celtic maçında topa sahip olma oranı % 90. Ben daha önce böyle bir şey görmedim.

Bu iki istatistikten sonra maçın skorunun 2-1 olması çok şaşırtıcı değil mi? Ferguson neredeyse yine haklı çıkacakmış.

Amsterdam Sokakları

Manchester City bugün Ajax deplasmanına çıkıyor. Manchester City, yıldızlar topluluğu, fotoğraf çektirmek istemeyeceğiniz futbolcunun olmadığı kulüp,  Amsterdam sokaklarına çıkıyor ve halkın ilgisi yok. Ya da var da biz fotoğraflarda göremedik. Biz fotoğrafları yorumlayalım.

İlk fotoğraf, araya giren ablalar, bisikletle geçen insanlar, bakmıyor kadın, beyazlı adam diğer kaldırımda yürüyor, karşı kaldırıma geçmiyor, skandal hareket, söyleyecek laf yok.

2.fotoğraf efsane, cafe'de arkadaşınızla otururken önünüzden Mancini geçiyor, telefon ile konuşuyor, boynunda meşhur atkısı, arkadan futbolcular geliyor, cafe'de oturanlar şaşkın. Bir an kendinizi onların yerine koysanıza, herhalde şoktan hareket edemezsiniz, ya da yok ya, ben Amsterdam şehrinde yaşasam bir şekilde takımın sokağa çıkacağını öğrenir, onlarla beraber Amsterdam sokaklarında fink atardım.

3.fotoğraf pek efsane değil, geçtikleri mağaza efsane. Dünyaca ünlü çanta mağazası, Louis Vuitton. Manchester City oyuncuları ''Ulan hoca bırak da iki dk alışveriş yapalım.'' demiş midir? Ya da Türk futbolcular gibi o çantalara ilgi duymayan isimler mi?

Sonuç olarak Amsterdam sokağına takımı indiren Mancini büyük harekete imza atmışken, Amsterdam insanları sınıfta kaldı. En son sokakta gördüğüm takım Fethiyespor'un genç takımıydı, İsmetpaşa'da turnuva vardı, iş yerinin önünden geçtiler, dönüp bakmadım.



23 Ekim 2012 Salı

WTA Sezon Sonu Turnuvası # 2012


Geçen sezon en azından bir günü yerinde takip ettiğim WTA sezon sonu şampiyonasını bu sezon da yerinde takip edeceğim. İlk gün ve final günü biletlerim cebimde. Bundan 5 yıl önce asla kilometrelerce gidip tenis maçı izleyeceğim aklıma gelmezdi. Geçen sezon olduğu gibi yine gidiyorum.

Tenis sporunu çok seviyorum, tüm sezon hatta her gün illah bir tenis maçı izliyorum, ilk başlarda büyük isimlerin karşılaşmaları ve grand slam'ler dışında bahis oynama amaçlı izlediğim tenis sporunu yaklaşık 3 yıldır koşulsuz izliyorum, en amatör tenisciden, en iyi tenisciye kadar bir çok tenisci izledim. İstanbul'a gelen teniscileri de herhalde onlarca, yüzlerce kez izleme şansı buldum.

Bugün İstanbul'da izleyeceğim Serena Williams, Sharapova, Kvitova, Kerber, Errani ve Radwanska'dan geçen sezon sadece Kvitova ve Radwanska'yı görebilmiştim-tek gün biletim vardı-. Bugün 4 ismi ilk kez görme şansı yaklayacağım. Biri güzeller güzeli Sharapova, dünyada tanımayan yok, biri kadın tenisinin gelmiş geçmiş en iyisi Serena Williams, biri bu sezon müthiş bir çıkış yakalamış, Wimbledon yarı finalisti 24 yaşındaki Angelique Kerber ve biri bu sezon Us Open da yari final oynamış Sara Errani. Ayrıca Errani bu sezon çiftlerde 2 grand slam zaferi kazandı. O yüzden orada da nasıl oynayacağını büyük bir merakla bekliyorum. İstanbul'a gelen teniscilerin içinde bu sezon 2 ile en çok grand slam -Roland Garros ve Us Open kazandı.- kazanan isim Sara Errani olduğunu söyleyelim.

Geçen sezon olduğu gibi yine @beercholic ile gidiyorum. 

Yine güzel bir gün geçireceğimizden şüphem yok. Salı günü geldikten sonra yaşananları yine blogda yazarım.

Şimdi tenis zamanı...



100.000 Tweet


Fotoğraf gerçek. Twitter'da 3 yıl gibi bür sürede 100 bin tweet sınırını aştım, bu konuyu yazarken 600 geçmişti hatta, zaman zaman ne kadar boş konuşmuşum diyorum, zaman zaman niye oradayım diyorum ama sonradan boş konuşsam bu kadar takip edilmem, orada olmasam hayatıma müthiş insanlar girmezdi diye devam ediyorum.

Twitter var olduğu sürece ben tweet atmaya devam edeceğim. Yalnız dünyada ya da Türkiye'de herhangi bir konuda üst sıralarda değilim. Ama burada en üstteyim, ilk 20, belki ilk 10. Türkiye'de en çok tweet atan insanlardan birisiyim, dünyada da üst sıralardayım. Hayatım boyunca herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda, herhangi bir konuda üst sıralarda adım geçmedi, belki bu konuda bir gün geçer. Tabii bu hedefim değil. Twitter'ı seviyorum, orada konuşmaktan mutluluk duyuyorum.

Takip eden, daha çok tweet atmamı sağlayan herkese teşekkürler. Twitter olmasa hayatımda bu kadar mükemmel insan girmezdi. Twitter iyi ki varsın be. Beni orada takip etmek isteyenler TIK

22 Ekim 2012 Pazartesi

Bahis Sistemi ve Tekne Hedefi # 6


Bahis sistemi devam etmiyor, kaybettiğim için değil, sadece ara verdiğim için, ara vermesem yaşadığım kupon streslerinden dolayı manevi sıkıntı çekebilirdim. Bir süre oynamayacağım. Kasım ayında devam ederim. Şimdi bizim tekne sistemi ile ilgili bir şeyler yazalım.

Tekne olmazsa olmaz değil, geri vites yapmıyorum ama tekne hedef olarak beni motive eden bir şeydi. Hem tekne hedefi olunca, hem bloga yazınca saçma kuponlar yapmaktan kurtuldum. Bir şekilde beni sadece para kazanmak için bahis oynamaya itti. Evet bir süre çok bahis seçeneklerine daldım ve para kaybettim. Tenis, futbol, basketbol tamam da voleybol, hentbol, hokey falan gerek yoktu yani. Ayrıca gidip Finlandiya basketbol ligine de gerek yoktu. Ya da ne bileyim oraya da oynanır da öyle çok büyük miktarlar değil.

Bahis sistemi dedik, katlayarak gideceğiz dedik, katladık. 5 TL ile başladık, yattık, 10 TL, 20 TL ve 40 TL. 4 kupon yaptık, 4'ü de yattı. Giden para 75 TL, sonra 80 TL ile oynadık, kazandık. 168 tl. 5 kupon sonunda 13 tl kârdayım. 5 kupon sonunda böyle bir parayı hayal etmemiştik. Ama en azından zarar yok. 168 tl şu an hesapta, ellemiyorum. Kasım ayında tekrardan 168 tl başlıyorum. Ama bu sefer hepsini yatırmayacağım. Yine başa dönüyorum. Ama en başa değil. 30-40 TL ile başlayacağım, yine 2 oranı bulunca duracağım ve bakalım yaza kadar ne kadar para kazanacağız. Şu sistemi böyle uygulamaya devam edersem, saçmalamazsam, canlı bahise girmezsem kaybetme şansım bana göre çok ama çok az. Kasım ayında ilk kuponu yapınca buraya tekrardan yazarım.

Az oyna, öz oyna, hep oyna ve tabii en azından ufak bir direksiyonlu tekne alacak kadar da kazanayım...

21 Ekim 2012 Pazar

Rüyalar Tiyatrosu


Manchester United bugün Stoke City'yi fotoğrafta görülen 3 futbolcunun 4 golüyle 4-2 yenip yoluna devam etti.


Her hafta tribünlerde 75.585 kişi, yani gayet mükemmel bir sayı, mükemmel atmosfer, zemin şahane, en ufak bir bozukluk yok, nasıl yapıyorlar bu kadar iyi onu da anlamıyorum, takım gayet iyi, isimler değişse de oynanan futbol yıllardır değişmiyor, hoca zaten aynı, yıldız isimler de yok değil, Van Persie, Rooney, Kagawa, Evra, Ferdinand gibi dünyanın en iyi oyuncuları.

İşin özü ölmeden yapılması gerekenler listesinin 1 sırasına da Rüyalar Tiyatrosu denilen Old Trafford'da maç izlemek yazabiliriz.

Rahmi Koç'un 2013 hayali Alaska'ya gidip balık tutmaksa benim de 2000'li yıllarda -kesin yıl veremem- hayalim Old Trafford'da bir maç izlemek. Bakalım gerçekleşecek mi, yoksa rüyalar tiyatrosuna gitmek, 21 Ekim saat 03:50 civarı gördüğüm bir rüya olarak mı kalacak. 

Ruhr Derbisi


Schalke Ruhr derbisinde deplasmanda Dortmund'u Afellay ve Hoger'in golleriyle 2-1 yendi ve taraftarlarını sevindirdi. Taraftarları da maç sonrası meşaleleri de yakarak galibiyeti kutluyorlar.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Devotion























I Feel Devotion, güzel slogan, hele böyle bir takım kurulunca bu slogan insanın içine daha çok işliyor, kadroda Bo var, Sato var, Batiste var, Ömer var, İlkan var, Andersen var, Emir var, Bogdanovic var, koç İtalyan karizma, molaların hırçın delikanlısı Pianigani var. Ama işte bazı şeyler değişmiyor...

Bu kadar iyi takım kurmamıza rağmen şanssızlık yakamızı bırakmıyor, artık yönetimin yıllarca aldığı beddualardan mı kaynaklanıyor bilmiyorum ama Slovenya girişinde bir sporcunun pasaportuna el konuluyor, tutuklanıyor, 1 gün sonra İstanbul'a geri dönüyor, maçta oynamıyor, takımın morali bozuluyor, belki de doping etkisi yapıyor. Tabii insanlar bu yüzden bile Aziz Yıldırım'a ve Fenerbahçe yönetimine sallıyor. Belki bu konu hakkında detayları Sato'dan dinleyebiliriz ilerki günlerde.

Bir şekilde başka sıkıntı olmadan maça başlayabiliyoruz, zaman zaman iyi oynuyoruz, zaman zaman iyi savunma yapıyoruz ama yine buzzer beater-bu kalıbı kullanmak havalı oluyor- baskete engel olamıyoruz. Her maç yemezsek rahat edemiyoruz tabii.

İlk yarı sonunda 18 saniye içinde 2 tane üçlük yiyoruz mesela. Euroleague şampiyonu olacağız diyen Fenerbahçe Ülker son 18 sn 2 üçlük yerse şampiyon falan olamaz. Bu da bir gerçek.

İbrahim Kutluay 2 haftadır ''İçeri penetre eden basketbolcuların şutu varsa, Fenerbahçe çok kolay basket yiyor.'' diyor, 2 haftadır bu şekil kaç basket yediğimizi sayamadım.

3.çeyrek bir şekilde iyi oynuyor, son çeyreğe önde giriyoruz, bu arada Bo inanılmaz oynuyor, top çalmalar, asistler, sayılar falan derken bir pozisyon kötü düşüyor ve sakatlanıyor, son çeyreğin neredeyse tamamını Bo'suz oynamak zorunda kalıyoruz. Tam iyi zamanında bir de böyle bir şanssızlık yaşıyoruz. 

Koç oyuna Barış'ı alıyor, Barış hemen hata yapıyor, koç mola alıyor, Barış'a fırça atıyor, Barış oyuna girip maçı alıyor. Tamam burada bu yazıyı bitirebiliriz tabii ama biraz açalım. Barış Ermiş'in performansını moladan önce ve sonra diye değerlendirebiliriz. Hocadan yediği ''Fırça'' onu kendine getiriyor üst üste 7 sayı ile maçı Fenerbahçe'ye getiriyor.

Bo McCalebb 3 çeyrek oynamasına rağmen 17 sayı, 4 ribaund, 5 asist ile maç istatistiği yapıyor, en skorer, en çok asist yapan ve en çok top çalan oyuncu. Fenerbahçe'nin en çok ribaund alan 2.oyuncusu. Böyle oyunculara halk arasında ''superstar'' oyuncu diyoruz.

Zaman zaman Ömer, zaman zaman Emir sahneye çıkıyor, kritik basketlere imza atıyor. Andersen en kritik anda yolluyor üçlüğü, Bojan atıyor, hücum ribaundu alıyor, Batiste son 5 sezon Euroleague'de 3 üçlük atmış şekilde geliyor, burada 2.maçında 2.üçlük isabetini sağlıyor. Böyle de güzel olaylar var.

Geçen sezonlar olsa çift haneli fark ile sahadan mağlup ayrılan bir Fenerbahçe Ülker görürdük. SBT.

Fenerbahçe için Slovenya deplasmanı Sato olayı, Bo sakatlığı ve yenilgi ile kabusa dönebilirdi ancak çok şükür olmuyor ve grupta 2'de 2 yaparak yolumuza kayıpsız devam ediyoruz. 3. ve 4.maçları evimizde oynayacağız. Rakipler çok büyük. Real Madrid ve Panathinaikos. Tüm Avrupa'ya mesaj vermek için kazanmalıyız, tabii Bo o maçlara yetişirse kazanırız.

Union Olimpija maçının başlığını atalım; Kazanmanız için Sato'yu değil, Fenerbahçe formalarını almanız lazımdı. 

Memlekette Savaş Günleri


''Yıl 1912, memlekette savaş günleri, baş kaldırdı, boyun eğmedi, Karşıyaka'nın gençleri, Zühtü bey ve arkadaşları, yaktılar bu meşeleyi, rengimiz yeşil, kan kırmızı, adımız Karşıyaka'lı, övünürüz tarihimizle, binlerce şehitlerimizle, boyun eğmeyiz hiç kimseye, ay-yıldız var göğsümüzde, Karşıyaka'lı olunur, Karşıyaka'lı doğulur, Karşıyaka aşk, bir kara sevda, Karşıyaka bir tutkudur.''

Yukarıda yazdığım tezahuratı Türkiye'de kaç kişi biliyor? Kaç kişi bu mükemmel tezahuratı dinleme şansı yakaladı? Evet şans diyorum, çünkü şu tezahurat, Türkiye tribün tarihinde yapılmış en anlamlı, en güzel tezahuratlardan birisi. Sözleri güzel, melodi güzel. Buradan dinleyebilirsiniz.

Karşıyaka geçen sezon son hafta ligde kalmayı garantiledi, bu sezon ilk 7 hafta sonunda 3.sırada. Bu sezon performansını biraz daha arttırırsa seneye süper ligde izleyeceğiz. Karşıyaka çıkar mı çıkmaz mı bilmem ama çıkarsa özellikle tribün konusunda çok ses getireceği kesin.

Fotoğraf 2 hafta önce oynadıkları 1461 Trabzon maçından, tabii takım iyi olunca tribünler daha ateşli ve daha güzel oluyor. Karşıyaka'yı ilgiyle takip ediyoruz. Unutmadan bu sezon daha oynanacak 27 hafta var, herhalde 1 tane Karşıyaka maçını İzmir Alsancak Stadyumu'nda izleme şansı buluruz. Kutay Ersöz ile beraber tabii.

18 Ekim 2012 Perşembe

Alex, Twitter, Blog, Yiğit Yılmaz


Yazmak güzel, blog tutmak güzel, blogger olmak güzel, şu günlerde blog tutan kaç kişi varız zaten. ''Twitter blogları öldürdü.'' Katılmıyorum. Sadece insanlar ''Twitter blogları öldürdü.'' lafının arkasına saklanıp Twitter'ı üşengeçliklerinin önüne koyuyorlar. Halbuki blog tutan ne güzel adamlar vardı. İnşallah tekrar eskisi gibi okumaktan, bakmaktan yoruluruz. Gerçi bunu twitter'a 100 bin tweet -evet 100 bin'e 126 tweetim kaldı- atan Yiğit Yılmaz söylüyor. Oraya yazdıklarının yarısını buraya yazsa blog çok başka yerde olabilirdi. Neyse blogger olayını geçelim. Gecenin bu saati mesajı da verelim. ''Blog tutun.'' Mesaja gel. Büyük mesaj!

Başlıkta Yiğit Yılmaz yazdım. Evet başlık dedim burada bir ara verelim. Yazarlar genelde ''Biz yazıyı yazarız, sonra başlık seçeriz.'' der, ben bu blog tarihinde pek öyle yaptığımı hatırlamıyorum. Önce başlığı atar, altına kafama göre bir şeyler yazarım. Arada değişir bu sistem. Neyse Yiğit Yılmaz'a geçelim. İş hayatı değişti. Tabii değişti derken sadece saati. Yaklaşık 1 ay akşamcı çalışacağım, Pazartesi başladım. 16:00'de giriyorum, 24:00'de çıkıyorum. Aslında rahat oluyor, açıyorum müziği, yapıyorum kuponları, bir yerde canlı skor sitesi, bir yerde yaptığım işler, belki iş olarak daha yoğun ve yorucu geçiyor ama en azından daha verimli çalışıyorsun. Odada hatta binada insan yok, başka esktra iş yok, müziği kıs diyen yok. Tabii bu saatlerde çalışan insanın sosyal hayatı diye bir şey kalmıyor. Akşam eve gelince internette takılıyorsun, dizi, film, twitter, blog. Başka da bir şey yok. Nba başlayınca iyi olabilir. Bu paragrafın sonu da sloganla bitsin. 4-12 vardiyası = Nba vardiyası. Gece gel tüm maçları izle, gündüz 4'e kadar uyu.

Bir de bahis hastalığı var, beni son zamanlarda çok büyük maddi sıkıntıya sokan. Finlandiya basketbol ligine bahis oynayan biriyim. Artık hastalık boyutunda olduğunun farkındayım. Bunu çok rahat şekilde söyleyebilirim. Kaybettiklerim, kazandıklarımın bir hayli önünde. Kasım ayında rahatlarız, belki Aralık. Neyse şu aralar çok oynamıyorum, böyle böyle iyice bırakmak lazım. Yoksa çevremde arkadaşlarım ile dostlarım ile aramız bozulacak. Hoş olmayacak.

Alex dedik, Alex fotoğrafı koyduk, onunla ilgili bir şey yazmadık. Alex de Souza Coritiba'ya gitti, 2 yıllık sözleşmeye imza atıyor. Zaten belliydi. Palmerias, Cruzeiro falan iyi paralar teklif etmesine rağmen o kendi kendine verdiği sözü tutuyor ve 15 yıl önce formasını giydiği, doğduğu şehrin takımına gidiyor. Yaptığı büyük fedakarlık. Alex gibiler yapar bu fedakarlığı. Bize de artık Coritiba'yı  gönülden desteklemek düşer. Bir ara Coritiba formamızı da alalım da rengimizi iyice belli edelim. Alex'in Coritiba forması ile oynayacağı maçlar Lig Tv'den yayınlanacak -burada reklam yapıyorum-. Brezilya ligi seyir zevki açısından iyi değil ama Alex'in olduğu tüm maçlar izlenir. Alex'i sahada görmek güzeldir.

Twitter ile yukarıda bir şeyler dedim ama şunu ekleyelim. Twitter şu aralar çok sıktı. Kısa ve net.

Alex, Twitter, Blog, Yiğit Yılmaz... Tamam hepsi hakkında bir şeyler yazdığıma göre konuyu kapatalım.

Gecenin bu saati bloga girip yazı yazıyorsam ben bu blog işini seviyorum demektir. 

Bu konu üstüne şu şarkıyı dinleyelim. Volkan Konak ''Gurbet elde hasta düştüm ağlarım, şu gönül kahrını çekemez oldum, açılmış yarama ateş bağlarım, aşk sırrını yare açamaz oldum...''  desin.

İşler Güçler


Hayatımda '' İşler Güçler '' dizisini izlemedim, izlemeyi geçtim bir sn bile bakmadım, Star TV'de olduğunu bilmezdim. Ancak bu video gerçekten çok iyiymiş ve bu video'dan sonra diziyi izlemeye başlayacağım. Mükemmel bir Aziz Yıldırım, mükemmel bir Samet taklidi. Konuşma, hareketler falan şahane. Takdir etmek lazım. Müthiş oyunculuk.

17 Ekim 2012 Çarşamba

Gol Sevinci

























Güzel takım, güzel oyuncular, iyi futbol. Belçika'dan çok yakında büyük başarılar görürsek şaşırmayalım. Yollarına emin adımlarla gidiyorlar. İskoçya karşısında 2-0 kazanırken golü de tüm takım olarak bu şekilde kutluyorlar.

Yağmurdan Ertelenen Maçlar

Bir süre önce Twitter'a '' Yağmurdan futbol maçı değil, tenis maçı ertelenir. '' yazmıştım. O günden sonra tüm dünyada bir çok maç yağmurdan ertelendi. Şaşırmadım bu uğursuzluğuma. Dün yağmur nedeniyle ertelenen maçlara bir yenisi daha eklendi. Polonya-İngiltere maçı yoğun yağmur ve zeminin futbola el verişli olmaması nedeniyle bugün 18:00'e ertelendi. Bakalım şartlarda ne gibi değişiklikler var.




Alex'siz Günler


Gecenin saat 04:03'ünde bu yazıyı yazmaya niyetleniyorum. Ne yazacağımı bilmiyorum. Ancak neden yazdığımı biliyorum. İnsan tabii bu saatte ya da herhangi bir saatte sevgilisine yazılar, mesajlar yazar, ben Alex'e yazıyorum. Alex gideli 5 gün oldu. 5 koca gün. Ama gelmesine de 5 gün daha az kaldı. - iyi yanından bakalım. - Alex'siz günler, Alex'siz Fenerbahçe gibi yorumlar da bulunmak için belli bir süre geçmesi lazım. Takım iyi, camia takıma sahip çıkıyor, bazı kesimler Alex sevgisi üzerinden kulübe saldırıyor, isimlera hakaret ediyor, küfür ediyor, bazı kesimler ise gayet medeni şekilde yönetimi ve teknik direktör Aykut Kocaman'ı istemediğini söylüyor.

Bu arada Aziz Yıldırım ne düşünüyor, bilmiyoruz, Aykut hoca ne gibi konuşma planlıyor ya da gerçekten planlıyor mu bilmiyoruz, oyuncuların ilk maç olan Bursaspor maçında nasıl performans sergileyeceğini bilmiyoruz, Alex'in Brezilya'da ne yaptığını, Türkiye'yi özleyip özlemediğini bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var ki o da Alex'i ve ailesini şimdiden özledik, daha şimdiden. Benim için bu kadar üst yerde olduğunu bilmiyordum, beklediğimden bile fazlaymış Alex sevgim.

Alex yazıları ben ölene kadar yazılmaya devam eder ...



14 Ekim 2012 Pazar

Gangnam Style & Vettel






















Sebastian Vettel & PSY. Gangnam Style oynamayan kalmayacak herhalde. Böyle isimleri görünce insan ister istemez gülüyor. 



Alex'in Vedası / Yaşadıklarım ve Yaşananlar


Bir futbolcu için 2.kez özel bir şey yapıyordum, Lefter'i yaşarken Büyükada'da, cenaze töreninde statta, cenazesi defnedildikten sonra da mezarlıkta ziyaret ettim, efsane'ye görevimi yaptım. 2.kez bir futbolcu için yine bir efsane için bir şeyler yapacaktık. Yollara düşüyorduk.

Ama düşmeden sabahtan başladı anlamsız sorular. O her maça giden insanın çevresinden, ailesinden aldığı sorular ''Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş karın mı doyuruyor, sana ne veriyor?'' Alex için de aynı sorular geliyordu. Sabah evden çıkarken aileden başlıyor. Neden gidiyorsun Alex'e? Tabiiki de cevap vermiyorum, geçiştiriyorum. Çünkü anlatsam uzun uzun anlam veremeyecekler. Evden çıkıyorum, iş yerine gidiyorum, orada da aynı sorular, ''Neden gidiyorsun? İşin mi yok yaaa'' şeklinde cümleler kuruluyor. Yine cevap vermiyorum, yorum yapmıyorum. Hem zaten başlasam anlatmaya '' lex efsane, futbolu daha fazla sevmemi sağlayan adam, Fenerbahçemiz için çok şey yapmış adam, beni son yıllarda en çok sevindirmiş adam ve hepsinin özeti beni çok mutlu eden adam.'' desem anlayacaklar mı? Belki de anlayacaklar ama yine o sığ ''boş işler'' yorumunu yapacaklar. Olsun onlara da saygı duyuyorum. Ama onların da bana-bize saygı duymaları gerekiyor diye düşünüyorum.

Alex'in gitme kararını açıkladığı 1 Ekim tarihinden 12 Ekim'e kadar geçen süre boyunca çok üzüldük, kahrolduk, böyle bir ayrılığa sebep olanları suçladık, zaman zaman mantıksız, zaman zaman mantıklı düşündük, hareket ettik. Ama 12 Ekim günü Alex'e güzel bir şekilde veda etmemiz gerektiğini, havaalanı'na gitmemiz gerektiğini, VEFA dememiz gerektiğini biliyordum. 8 yıl boyunca yaptıklarını düşününce Alex'e veda etmek için oraya gitmemiz aslında azdı bile. 


Kocaeli'den uzun bir yolculuk sonrası havaalanı'na varıyor, Alex için beklemeye başlıyorduk, Alex'in uçağının kalkacağı yere doğru giderken adımlar hızlıydı, heyecanlıydık, yanımızda olan diğer taraftarlar sadece tek bir isim için gelmişlerdi ''Alex'' .

Kişisel taksisi ile, kulübün kaldırdığı otobüsler ya da kendi tahsis ettikleri otobüsler, servisler... Her yer Fenerbahçe'liydi. İnsan gurur duyuyordu.

Alex'i VIP bölümünün orada beklemeye başlamış, tezahuratlar ile uçağın kalkmasını bekliyorduk. Zaman zaman yapılan ''Aykut İstifa'' - bana göre çok yanlış - tezahuratları dışında yanlış bir şeylerin olmadığı tezahuratlar, yanan meşaleler, havai-fişekler...


Ve o an yaklaşırken birden kendimi en önde buldum ve tam bu sırada Alex çıkıp taraftarları selamlamaya başladı, gururluydum, Alex'i alkışlıyordum, Alex diye bağırıyordum... Bu arada atılan havai-fişekler, yanan meşaleler, Alex tezahuratları, Alexxxx bağırışları, Alex, Felipe, Daianne ve kızları son kez taraftarları selamlıyor, son kez gülüyordu, son kez bakıyorduk Alex'e... Çok fazla durmadı, belki de duramadı, hemen geçti uçağa doğru. Biz de geçtik arkaya doğru, Alex'in bir daha çıkmayacağını bile bile bekliyorduk orada, ama herkes bekliyordu, herkes tuhaf duygular yaşıyordu, bu arada ara ara havai-fişekler atılıyor, meşaleler yanmaya devam ediyordu... Ve birden bir uçağın hareket ettiğini gördük, sonradan eve geldiğimizde tv'den izleyince o gördüğümüz uçağın Alex'in uçağı olduğunu öğrendik. Alex gitmişti, kısa bir ayrılık yaşıyorduk, bir gün gelecekti, bir gün tekrardan onu görecektik ama şimdilik gitmişti...

O gün gecenin o saati orada olan binlerce insan, binlerce Fenerbahçeli gururlu bir şekilde evlerinin yolunu tutuyordu. Ağlayan insan yoktu, üzüntüler yerini tuhaf bir duyguya bırakmıştı, en azından benim için, 1 Ekim ile 12 Ekim arası yaşadığım üzüntüden farklıydı her şey. Alex'i gidip son kez görmek, son kez Alexxx diye bağırmak beni vicdanen inanılmaz rahatlatmıştı.

Sonuç olarak Alex gibi bir efsane'ye veda etmiştik. Eve geldiğimizde şunu söylüyordum. Fenerbahçeliliğimle en çok gurur duyduğum günler listesi yapacak olursam Lefter'in cenazesinde olmak ve Alex'in vedasında olmak üst sırada olacak...

Her şey için teşekkürler Alex... Seni unutmadan bekleyeceğiz... Bir gün tekrardan görüşeceğiz...