10 Eylül 2009 Perşembe

Dünya Kupası'nın Acı Yüzü

Çarşamba günü Bosna Hersek maçından önce tüm Türkiye inanıyordu . Biz 4'te 4 yaparız ve Dünya Kupasına gideriz diyordu . Çarşamba gelip çattığında Estonya karşısında zorlanmamıza rağmen 4-2 kazanıyorduk . Herkeste daha fazla bir inanç oluşmuştu . Bütün gazeteler , tv kanalları aynı başlıkları atıyorlardı . '' Bekle bizi Bosna '' . Fatih Terim , oyuncularımız , Daum , Mustafa Denizli , Tayyip Erdoğan ve 72 milyon Türk halkı . Herkes Bosnayı yeneceğiz diyordu . Mücadele günü birde yaşadığımız üzücü olaylar olunca . Biz Türkiyeyiz biz böyle acılı günlerde zaferler alıp bu zaferide bizlerden çok daha fazla acılı olan vatandaşlarımıza armağan ederiz sözleri vardı . Ancak beklediğimiz olmadı . Milli takımımız 5.dk Emre ile öne geçtiği maçta 25.dk golü yedi ve maç 1-1 sona erdi . Bu sonuçtan sonra Dünya Kupası'na katılmamız çok ama çok zor . 2006 Dünya Kupasında orada yoktuk . 2010 Dünya Kupasında da olmayacağız . Ama bizler 72 milyon olmasa da o Dünya Kupasını evimizde seyredeceğiz . Bazılarımız Messi'li Arjantin'i , bazılarımız Mesut'lu Almanya'yı , bazılarımız Lampard'lı İngiltere'yi tutacak . Ama sonuç olarak gol atınca ayağa fırlayamayacağız , gazetelerimiz zafer manşeteri atamayacak , tv'de maçlardan sonra programlar olmayacak ve maçlardan sonra sokaklar Türkiye formalı insanlar ile , korna sesleri ile çınlamayacak . Yani benim için Messi'li Arjanti'in de Mesut'lu Almanya'nın da , Lampard'lı İngiltere'nin de hiçbir önemi olmayacak ...

1 yorum:

anonim dedi ki...

herkes elini vicdanına koysun ve dün geceki "iki milli takım" arasındaki farkı düşünsün.

iki maç da deplasmanda, ev sahibinin müthiş motivasyonla çıktığı bir atmosferde oynandı.

bir tarafta, maçın başından sonuna kadar oyunu kontrol eden bir milli takım vardı; diğer tarafta ne yaptığı belli olmayan...

bir tarafta, kenardaki duruşu ve oyuna hamleleriyle, skoru tayin eden bir hoca vardı; diğer tarafta, kontrolünü daha ilk dakikalarda kaybedip, takımın bütün dengesini bozan…

bir tarafta, son dakikaya kadar enerjisini koruyan ve mücadele gücünü üst seviyede tutan oyuncular vardı; diğer tarafta, bırakın mücadele etmeyi, koşamayan ve adeta yerlerde sürünen…

bir tarafta, ev sahibi ülkenin baskılarından “zerre” etkilenmeyen ve oldukça adil düdükler çalan bir hakem üçlüsü vardı; diğer tarafta, sahadaki kontorlü kaybettiği halde istifini bozmadan, "sıçtım, bari sıvıyayım" modunda gezen…

bu kıssada şahıs ve kurum ismi vermediğim halde, sanırım herkes bu sözlerin muhataplarının kimler olduğunu iyi biliyor. alın size iki farklı tablo!