15 Mayıs 2017 Pazartesi

Askerlik



Askerlik yaptığım sürece döndüğümde bloga mutlaka bir şeyler yazarım diyordum ancak geldiğim gün olan 25 Nisan'dan bu yana bir kez bile yazma isteğim olmamıştı. Ancak madem askerlik yaptık, bloga da bir şeyler karalayalım ve tarihe notumuzu düşelim. Uzun paragraf şeklinde değil kısa kısa notlar şeklinde yazacağım.

Amasya - Acemi Birliği

Normalde 2 Kasım'da teslim olmam gereken birliğime bir gün geç katılarak 3 Kasım'da teslim oldum. Amasya günleri 3 Kasım itibari ile başladı. Amasya gayet vasat bir şehir. Biraz dolaşma şansım oldu ancak zaten görülecek bir şey olduğuna da inanmıyorum. Havası da gayet soğuktu. Bazı günler fazlasıyla üşüdük. 3 Kasım günü teslim olduğumda başladı her şey. Hiçbir şey bilmeyen yüzlerce asker ile beraber ne yapacağımızı bilmeden sağa sola gittik. İlk gece, ilk sabah oldukça zor oldu. 60 kişilik koğuşta 2 gün kaldıktan sonra 10 kişilik koğuşa geçtim ve acemi birliğini orada tamamladım. Acemilik boyunca bazı günler oldukça zorlandık. Süründük, çök-kalk yaptık, yorulduk, kilo verdik, bazen güldük, bazen bıktık ama bir şekilde Amasya günlerini bitirdik.

25 Kasım 2016 hayatımın en özel günlerinden biriydi çünkü yemin törenimiz vardı. Her anlamda unutulmaz bir gün oldu. Marşlar, yürüyüşler, edilen yemin ve tam anlamıyla gurur duyulacak bir gün. Çok özeldi. Çok duygusaldı. 22 gün sonra ailelerimize kavuşma.

Okumuş ya da okumamış farketmez askerlikte gördüm insanların ne kadar sorumsuz, ne kadar şımarık, ne kadar saygısız olabileceklerini. Amasya'da acemilik yaptığım 22 gün boyunca belki de en büyük şıkıntım sorumsuz insanlar oldu. Özellikle içtimalar bu yüzden oldukça uzun sürdü. Bir de bazı insanların kelime dağarcığı çok kısıtlı. Cümle kurarken yarısından fazlasını küfürlü kelime seçerek yapan insanlar var. Saçmalık.

İçtima. İştima değil. 

10 kişilik koğuş harikaydı, bir de belli bir yaşım olduğu için tüm arkadaşların bana saygısı vardı. 22 gün boyunca en ufak bir sıkıntı yaşamadan askerliği bitirdik. Hepsi unutulmaz oldu. Umarım hayatları boyunca mutlu olurlar, selam olsun hepsine.

Hırsızlık pardon yer değiştirme Amasya'da oldukça fazlaydı. Hatta bu yüzden benim de devletin verdiği spor ayakkabım yer değiştirdi. Bu yüzden 1 gün spor eğitimlerine botla çıkmak zorunda kaldım. Sonra başka bir askerden alarak bundan da kurtuldum.

Yemek anlamında Amasya oldukça kötüydü. Tabildotlar da leş gibiydi. Açıkcası yemekhane'ye girdiğim gün sayısı 5 değildi. Hep dışardan yedik. Büyük bir kantin ve koğuş ya da eğitim yaptığımız bölgeye gelerek yiyecek satan araçlar vardı. Bu sayede istediğimiz zaman bir şeyler yeme şansımız oldu. Koğuşun tam karşısında da pide salonu, tavuk döner satan yer, bisküvi makinesi ve içecek makineleri vardı. Bu da bizim konum olarak şansımız oldu.

İçecekler için makine vardı. Kartla gidip istediğin an su ya da herhangi sıcak ya da soğuk içecek alabiliyorsun. Askeriyenin büyük bir kısmında para geçmiyor, sadece kartla alışveriş yapabiliyorsun.

PS salonumuz da vardı. İlk haftadan sonra neredeyse her gün PS oynadık. Askerde bu büyük bir lükstü. Burada oldukça keyif aldık. Amasya'nın nadir güzelliklerindendi.

Hafta içi sabah 5'de, hafta sonları sabah 7'de kalktık. Akşam en geç 21:00 olduğunda uyumuş oluyordum. Çünkü gerçekten hem erken kalkıyoruz hem de çok yoruluyoruz. Zaten uyumayıp da ne yapacaksın? Işıklar da hemen söndürülüyor. Karanlıkta yapacak bir şey yok.

Futbol izleme konusunda yapacak bir şey yoktu. Sadece arada sırada gidip tv izliyordum, haberleri de bu sayede öğrendim. Ya da evdekileri ya da arkadaşlarımı arayınca onlardan öğreniyordum. Fenerbahçe'nin Manchester United maçı teslim olduğum günün akşamındaydı. Maçın skorunu bir sonraki gün öğrendim. Fenerbahçe-Galatasaray maçını da asker arkadaşı mesaj yoluyla kız arkadaşına soruyordu. Öyle takip ettik. Dış dünyadan tam anlamıyla uzak 22 gün.

Komutanlar konusunda sıkıntılı bir yerdi. Özellikle takım komutanı bizi baya yordu. Gereksiz yere çök kalk yaptırmalar, süründürmeler, verdiği cezalar. Çavuşlar zaten büyük beddua aldı. Kendilerini tatmin için yapmadıkları kalmadı. Neyse ki bir süre sonra sesimizi çıkardık da bunu engelledik. Bölük komutanı da oldukça sert biriydi. Ancak yine de bu kadar insan ancak bu sertlikle yola girer. 600 küsür kişilik bölüktük. İdare etmek bile oldukça zordu. Son gün kendisiyle fotoğraf da çektirdim. Yüzbaşıydı.

Asker arkadaşı unutulmaz derlerdi gerçekten de öyleymiş. Özellikle 5 kişi böyleydi. Sürekli bir aradaydık, sürekli keyifli ve seviyeli bir sohbet halindeydik. Onun dışında zaten ismini hatırladığım kimse yok. Bir de koğuş arkadaşları ile güzel günler yaşadık. Onları da unutmam.

Her sabah kalkıp buz gibi tuvalette, buz gibi suyla traş olmak, buz gibi havada içtimalara çıkmak, her yere uygun adım gitmek, banyo konusunda baya kötü durumda olmak - acemilik boyunca 2 defa banyo yaptım.-, sürekli yürüyüş yapmak, her akşam tugay içtimaları, saygısız, pis, çevreye zarar veren insanlar, okunan 1 kitap-Serenad-, yazılan günlük ve hayat boyunca unutulmayacak 22 gün.

Ankara - Usta Birliği

25 Kasım yapılan yemin töreninden sonra 26 Kasım'da Ankara'ya, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na teslim olmam gerekiyordu ancak ben bir gün daha bu süreyi uzatarak 27 Kasım'da teslim oldum. Doğal olarak bunun bana askerlik sonunda 1 gün olarak döneceğini biliyordum.

Ankara'ya teslim olduktan dakikalar sonra Amasya'dan sonra bu kadar düzenli yere gelmiş olmanın mutluluğunu yaşadık. Çünkü tüm şartlar daha iyiydi.

İlk gün yerleşmek, kayıt ve imza işleri ile eçti ve ikinci gün itibari ile Ankara'da askerlik başladı. Her sabah 5'de kalkıyorduk, 6'da sabah içtiması, 11:30'da öğle yemeği, 18:30'da akşam yemeği ve 21:00'de yat yoklaması ile beraber günü tamamlıyorduk. Hafta sonları kalkış saatimiz 1 saat ileri alınıyordu.

İlk günler sağa sola gezerek geçti, 11.gün atışa gittikten sonra nihayet görev yerimiz belli oldu ve düzenimiz oluştu.

Bizim bölük nizamiyelerden sorumlu olduğu için doğal olarak görev yerimiz de nizamiyeler oldu. Her gün yüzlerce komutanla beraber sabah 06:30 gibi göreve başlıyor akşam 18:30'da ayrılarak güne veda ediyorduk. Günlerimiz tam anlamıyla böyle geçti.

1.5 ay sonra sivil araç park yeri görevine geçtim ve günler 6 saat çelik yelek giyerek, 6 saat oturarak geçti. Adeta otopark görevlisi olarak çalıştım diyebilirim. Askerlik bu değildir.

G3 ile atış yaptık, hava buz gibiydi. Özellikle 200 metre ve gece atışını rastgele sıktık diyebilirim. Sıfırlama atışları yakın olduğu için keyifliydi. En azından vurma şansımız daha yüksek. Orada vurabildim zaten.

Hava inanılmaz soğuktu. Ankara'nın gerçekten bu kadar soğuk olması saçmalık. Bazı günler donuyorum sandım. Hele bir içtima günü soğuktan mı bilmiyorum ama bayılıyordum. Neyse ki askerlik hayatım boyunca sadece 2 kere böyle bir şey yaşadım. Neden oldu bilmiyorum. Test yaptırdım temiz çıktı.

Mıntıka yapmaktan da bazı günler çok yorulduk. Özellikle kar yağdığı bir gün sabahtan akşama kadar kar kürediğimizi hatırlıyorum. Onun dışında her gün yaklaşık 1 saat mıntıka yaptık. Bazı günler yerlerin ıslak olması sebebiyle yaprakları süpürmek bir hayli zaman aldı. Mıntıka yapmaktan bile keyif alan bir ekiptik.

Yemek ve temizlik konusunda oldukça iyiydi. Sonuçta Kara Kuvvetleri Komutanlığı. Et, tavuk ve balık dahil her şey bol bol çıktı. Temizlik bakımından da Amasya sonrası çok iyiydi. Her 10 günde bir çarşaflar değiştiriliyordu. Her istediğimiz an sıcak duş alabiliyorduk. Çeşmelerden de sıcak su akıyordu. Traş olurken de bu büyük bir lükstü.

Kantin ve cafemiz bile vardı. Kantin dediğime bakmayın ufak bir alışveriş merkezi gibiydi. Pasta çeşitleri, kuruyemiş dahil her şey vardı. Migros=Kantin. İçinde alkol bile satılıyordu. Tabii doğal olarak biz alamıyorduk. Yanında yer alan cafeden her gün çıkan ızgara çeşidine göre yemek de yiyebiliyorduk. Çay ve kahve ihtiyaçlarını da buradan karşıladık. Ya da nizamiye içinde kendimiz yapıyorduk. Bu da bizim ayrıcalığımızdı. Ayrıca yine bir pide salonu mevcuttu.

Giderken ''komutanlardan dolayı elin havadan inmez, sürekli selam verirsin'' diyorlardı ancak tam öyle değil. Tamam çok komutan var ancak biz nizamiye görevlisi olduğumuz için zaten artık komutanları her gün bir kaç defa gördüğümüzden selam bile vermiyorduk. Zaten gerek de yok. Onlar da böyle bir şey istemiyor. Sadece belli başlı komutanlar bizi korkutuyordu. Onlara mecbur veriyorduk.

İnsanların albay görmediği askerlik hayatlarında bizim paşa görmediğimiz gün yoktu. Kantine giderken karşıdan iki tane paşa geliyordu. Tabii onlara selam veriyoruz. Kara Kuvvetleri Komutanı'nı bile 2 kere gördük. Orgeneral. Yıldızlar. Cem Yılmaz'ın gösterilerinde anlattığı her şeyi yaşadık. 

Çarşı'ya çıkma konusunda Ankara iyi bir yer değildi. Bayram var kilitleyin, seçim var kilitleyin, bomba ihbarı var kilitleyin. Askerlik hayatım boyunca toplam 10 kere falan çarşıya çıkabildim. Normalde 5 aylık sürede en az 20 kere çıkmamız gerekiyordu. Yine de çarşıya çıktığımız günleri iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Gidip boş boş gezmektense Ankara'da gezilebilecek yerleri gezdim. Ulucanlar Cezaevi, İlk Meclis, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Anıtkabir gittiğim yerlerdi. Gitmeyenler varsa bu yerlere gitsinler, pişman olmazlar.

Askerliğin çok özel günleri vardı. Mesela 27 Aralık unutulmaz çünkü askeri kamuflajlarla beraber Anıtkabir'e koştuk. Garnizon koşusu nedeniyle bir süre hazırlandık ve 27 Aralık günü yaklaşık 2 km koştuk. Halkın arasında, halkın alkışları eşliğinde Anıtkabir'e kadar gitmek, Ata'nın huzuruna çıkmak, orada fotoğraf çekilmek çok özel bir şeydi. Hayatımın unutulmaz günlerinden birisi oldu. 25 Mart da özel bir gündü çünkü çok değer verdiğim isim olan Varol Döken ziyaretime geldi ve birlikte oldukça keyifli bir gün yaşadık. Askerlik yaparken böylesine kaliteli bir günü yaşamak büyük moral oldu. Seviyoruz.

Askerlik boyunca akıllı telefonu sadece 1,5-2 hafta soktum ve ardından tekrar çıkardım. Çünkü hem telefonum eskiydi, çok ağır çalışıyordu hem de sarj yapma sıkıntısı vardı. Hem de sürekli arama yapılma riski vardı. Zaten bir ara yapıldı ve bu yüzden askerliği uzayanlar, çarşıları kilitlenenler oldu. Hayatım boyunca elimde olan telefonu burada kullanmadım diye de hiçbir şey kaybetmedim.

Askerlik hayatım boyunca 18 kitap okudum. Bence bu muazzam bir sayı. Bu kadar az boş vaktimiz olduğu yerde 18 kitap okumak büyük başarı. Sırasıyla Zülfü Livaneli'den Serenad, Ahmet Ümit'ten Beyoğlu Rapsodisi, J.D.Salinger'dan Çavdar Tarlasında Çocuklar, Yuval Harari'den Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Gabriel Garcia Marquez'den Kırmızı Pazartesi, Adam Fawer'dan Olasılıksız, Simon Kuper'den Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, Sabahattin Ali'den Kuyucaklı Yusuf, Ahmet Ümit'ten Elveda Güzel Vatanım, Tezer Özlü'den Çocukluğun Soğuk Geceleri, Marcos Eduardo Neves'den Alex de Souza, George Orwell'dan Hayvan Çiftliği, Sinan Meydan'dan Panzehir-Gerçeğ Çağrı, Yusuf Atılgan'dan Aylak Adam, Yusuf Atılgan'dan Anayurt Oteli, Ali Çimen'den Tarihi Değiştiren Liderler, Sarunas Jasikevicius'dan Kazanmak Yetmez ve Mehmet Genç'den Rotasız Seyyah kitaplarını okudum. Kitap okuma alışkanlığı kazandım. Sıkıldığım zamanlarda kitap okuyarak tüm sıkıntılardan uzaklaştım, kendimi müthiş huzurlu hissettim. Kitap okumaya hayatımın sonuna kadar devam edeceğim. Askerliğin en büyük katkısı.

Hastalık konusunda sıkıntı çektim denilemez. Sivil hayatta da olduğu gibi 2 kere kulağım tıkandı ve bu yüzden 2 kere hastaneye gidip kulağımı yıkattım. Bu günleri yarım çarşı olarak sayabiliriz. Çünkü işimiz belli bir saat bitiyor ve dışarda bir yemek yeme, yürüyüş yapma, dolaşma şansı yakalayabiliyoruz.

20 Ocak 2017 askerlik hayatımın en zorlu günü olabilir. Gece kulak ağrısı nedeniyle ambulans çağırmak zorunda kaldık, hiçbir şey yapmadı. Gece hiç uyuyamadım. Sabah görev yerine gittim. Kulağım inanılmaz şekilde ağrıyordu. Sağanak yağmur yağıyordu. Üstüne çelik yelek giyerek görevimi yerine getirdiğim için gerçekten o gün bitmek bilmedi. Bu tarih unutulmayacak.

Komutanlardan fırça yeme konusunda da zirve 18 Şubat 2017'ydi. Bir anlık unutkanlık sebebiyle özellikle tabur komutanı ile sıkıntılı bir süreç yaşadık. 2 gün üst üste fırça attı. Tabii karşısında sadece emredersin komutanım diyebiliyoruz. Bu tarihi de şimdi gülerek hatırlıyorum.

Nöbet konusunda da şanslıydım. Sadece Şubat ayında 5 kez nöbet tuttum. O da silahsız şekilde askeriyenin içinde. Malzemelik nöbetiydi. Anlamsızdı. Gece uykudan kalkmak falan oldukça yorucuydu. 

Sırf Kuvvet Komutanı sorabilir diye bize ezberletilen gereksiz bilgileri de unutmayacağız. Her şeyi ezberledim, bir kere bile sorulmadı. Şu an bile direkt tamamını yazabilirim buraya. Bu bilgileri kafamdan silmem lazım. Gereksiz doluluk.

Askerlik boyunca iyi ki yaptım dediğim olay günlük tutmak. Her günü tam 1 sayfaya yazmak şartıyla toplam 174 sayı yazı yazmışım. Günlük gibi değil de daha çok düşünceler. O an hissettiklerim. Bazı günler nizamiye'de takviye kalıyordum ve gece koğuşa geç dönüyordum. Ancak yine de oturup gece 01:00'de bile o satırları yazdım. Şimdi ne yapacağım o notları? Bilmiyorum. Belki bir gün tamamını okurum. Ya da düzenleyip kitap haline getirir, saklarım. 

Anıtkabir'e karşı askerlik yapmak, her gün Anıtkabir'i görmek, koğuştan bile Anıtkabir'i izlemek güzel detaydı. Atatürk'ü çok seven ve onun ilkeleri ve inkilapları doğrultusunda yaşamaktan büyük gurur duyan benim için güzel olaydı.

Lig Tv olması da güzel ayrıcalıktı. Ancak açıkcası Fenerbahçe'nin berbat bir sezon geçirmesi nedeniyle gidip maç izlemek bile istemedim. Sadece Başakşehir maçı ve Galatasaray maçı - bloga da yazacağım - unutulmazdı. Onun dışında zaten 1-2 maç daha izledim. Biri 0-0'lık berbat Beşiktaş maçıydı. 

Askeriyenin bu kadar ucuz olması müthiş bir olay. Su 0,17 kuruş. Nasıl bir ucuzluk olduğunu siz hesap edin. Her şey çok ucuz. 

Spor olarak da bir kaç kez voleybol maçı yaptım başka da bir şey yapmadım. 

Askerlik boyunca 25 kilo verdim. Özellikle Amasya'da her gün yürüyüşler, eğitimler falan derken oldukça fazla hareket ettik. Buna bir de kötü yemekler eklenince kilo vermemek imkansızdı. Ankara'da da özellikle akşam yemeklerini yemeyerek ya da az yiyerek, ekmek kullanmayarak kilo vermeye devam ettim. Askerliğin bana büyük katkısı. Bu kadar kilo vermek her türlü açıdan önemliydi. Umarım bu kiloda hayatıma devam ederim.

Asker arkadaşı olarak Ankara'dan unutulmaz bir kaç kişi eklendi. Hepsiyle görüşmekten büyük mutluluk duyarım. Hayatıma asla sokmayacağım, hayat bakışımız ve fikirlerimizin uymadığı insanları da unuttum gitti.

29 Ocak günü oynanan Federer-Nadal Avustralya Açık finalini izlediğim gün unutulmazdı. Şansıma ne komutan geldi ne başka bir kişi ve oturup kanal bile değiştirmeden finali izledim. Federer'in kazanması ile beraber de büyük mutluluk yaşadım. Nizamiye'de görev yapıyor olmamız da benim en büyük şansımdı.


Plakaları ezberlemedim çünkü ciddi şekilde gün saymadım. Günler, zaman aktı. Zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Bunun en büyük nedeni asker gibi değil de işçi gibi görev yapıyor olmamızdı.


En çok sohbet ettiğimiz komutanlar uzman çavuşlardı. Onun dışında aramın en iyi olduğu komutan binbaşıydı. En çok sohbet onunla ettim. Bölük komutanı ile aramız çok kötüydü. Kendisinin insani ilişkileri yok. Bu da askerlerin kendisini sevmemesini sağlıyor. Unuttuk gitti.

Askerliğin en güzel yanı koğuş ortamı sanırım. Koğuşta günün sonunda arkadaşlarınızla birlikte olmak, sohbet etmek bile müthiş keyifli olabiliyor. Telefonla konuş, müzik dinle, kitap oku. O yatağa yattıktan sonra gün boyunca yaşadığın tüm sıkıntıları unutuyorsun.

Sonuç olarak iyisiyle, kötüsüyle günleri bitirdik ve askerliğin hayatımızda karşımıza çıkmasından kurtulduk. Bundan sonra hayatımıza askerlik yapmış şekilde devam edeceğiz.

Askere gideceklere sadece kafa olarak hazır gitmelerini tavsiye ederim. Kafa olarak asker olarak gittiklerinde her şey daha kolay oluyor. Bir de kesinlikle kitap okuyun, zamanınızı iyi değerlendirin. Bir de özellikle kısa dönem olarak gidecek varsa hemen gitsin, 6 ay çok çabuk geçiyor.

Bu arada fotoğraf benim askerlik yaptığım yer. Ankara Kara Kuvvetleri Komutanlığı. Fotoğraf Google'dan.

Hiç yorum yok: