Nefes aldığım sürece bu blogda bir şeyler yazmaya, konuşmaya, kendime notlar bırakmaya devam edeceğim. Hayatımda kendimi mutlu hissettiğim anların başında blog kontrol paneline girip ''yeni yayın'' yazan yere bastığım an geliyor. Bazen ne yazacağımı bilmeden giriyorum, bazen not defterindekileri buraya aktarıyorum bazen de tamamen bilinçli şekilde kafamdaki cümleleri gelip buraya yazıyorum.
Hayatım boyunca Fenerbahçe maçlarına gitmiş biri olarak son 1 sene içinde toplam 5 Fenerbahçe maçına hatta stada gitmedim. Şubat ayındaki Kocaelispor-Sakaryaspor maçından sonra ilk kez geçtiğimiz hafta oynanan Fenerbahçe'nin avrupa kupası maçına gittim. Bir süre önce her Fenerbahçe maçına gitmek zorundaymışım gibi hisseden ben şu an böyle düşünmüyorum. Hatta o maçın hikayesini bloga yazmayı bile erteledim. Çünkü stattan eskisi kadar keyif almıyorum. Elbette zaman zaman bu değişkenlikler oluyor. Eski heyecanımı hissetmiyorum. Elbette bunun nedenleri var. Başlıca neden Göksel. Göksel'in olmadığı statta olmak beni üzüyor. Hatta bazen ''Göksel yoksa benim de olmamın anlamı yok.'' diyorum. Elimde imkan olmasına rağmen gitmeyi tercih etmiyorum. Zaten geçtiğimiz günlerde gittiğim maçın sebebi de Göksel'di. Doğum gününü o statta pankart açarak kutlamak istedim. Tüm arkadaşlarımızı organize ettik, para topladık, planlar yaptık ve o maç statta anmak istedik. Elbette istediğimiz gibi olmadı ancak yine de bu mücadelenin içine girmek bile beni-bizi mutlu etmeye yetti. Elbette Göksel için yakın zamamda yine o stada gidip yine onun pankartını, bayrağını statta dalgalandıracağım. Belki de bir gün yine eskisi gibi maçlara gitmeye başlayacağım.
Hayat insanı bazen çok üzüyor. Elbette bu sadece futbol ya da spor ile alakalı değil. 28 Eylül Perşembe akşamı Yargıtay 3. Ceza Dairesi Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Mine Özerden ve Çiğdem Mater Utku'ya verilen hapis cezalarını onadı. Bu kararların tamamen siyasi olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak bu kararlar karşısında susmayacağımızı da söylemek lazım. Çok üzülüyorum. İnsanların yerine koyuyorum kendimi. Sırf bir insan istiyor diye hapishane köşelerinde bırakılıyorlar. Aileleri perişan oluyor. Elbette hep beraberiz, sizinleyiz, mücadele edeceğiz desek de belki de bunlar aslında aileleri ve kendileri için oldukça anlamsızdır. Biz istediğimiz kadar onların yanında olduğumuzu söyleyelim o insanların yaşadıkları koşulları değiştiremiyoruz.
Yıllar önce bu ülkede bir ''Gezi'' gerçeği vardı. Hepimiz oradaydık, hepimiz savunduk, hepimiz destekledik. Şu an yaşananlar karşısında o yüzden susmak, ses çıkarmamak bana göre değil. Çok daha fazla tepki verilmesi gerektiğini düşünüyorum. 5 kişi üzerine yıkılan aslında milyonların üzerine yıkılan bir şey. Gezi'yi hayatında önemli yere koyan herkesin bugünlerde kararlı şekilde bu hukuksuzluklara, bu yapılanlara ses çıkarması lazım.
Elbette çıkaracağız. Elbette tek kişi kalana kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Türkiye İşçi Partisi Kocaeli örgütü olarak da elimizden geleni yapacağız. Unutturmamaya, bu kararları protesto etmeye devam edeceğiz. Yıllar önce belki de sadece 1-2 tweet atacağım yerden bugün polislerin karşısında pankartı tuttuğum noktaya geçtim. Örgütlü siyasetin bir şeyleri değiştirmek için en önemli etken olduğunu öğrendim-öğrenmeye devam ediyorum. Artık ben bu maçı terketmem. Ve maç devam ediyor, skor olarak gerideyiz, takım eksik durumda ama geri dönecek enerjimiz de gücümüz de var. Bu maç biz bitti demeden bitmez, bu maç biz pes etmeden bitmez. Günün sonunda bu bloga dönüp maçı kazandığımız günü de duyuracağım. Maç devam ediyor, dakikanın kaç olduğuna herkes kendisi karar versin ve hangi tarafta olduğunu iyi seçsin... Biz varız, onlar var...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder